Sevgili okuyucularım…
Radyolar, televizyonlar, dergiler yıllardır ‘İstanbul da İstanbul!’ diyerek varlıklarını, yani seyirci ve okuyucu sayılarını arttırmaya, zamanımız tabiriyle ‘reyting’ kaygısıyla hareket ediyorlar…
İzmir’e bildim bileli ‘Büyük köy!’ muamelesi yapılır.
Bu kişilere göre, kasaba bile olamadık!
Zaten siyaset sahnesinde de bir adım ileri gitmiş değiliz.
İstanbul’u İstanbulluya sorun!
Ya da İstanbul’da oturanlara…
Yani sayıları resmen yüzde 7’ye düşenlere…
Türkiye’nin finans merkezi İstanbul’da şarkılara, şiiirlere, kitaplara konu olan yerlere gidin gezin!
Karşınıza dağ çıkacaktır.
İki üç kargacık burgacık sokak…
Yaşlı isen, hasta isen, çalışmıyor isen ‘açsın, aç!’
Adam İzmir gibi köyden gelmiş, elinden hiçbir şey gelmiyor, sadece yazmaya çalışıyor.
Oturmuş mahallesini met etmiş…
Gidin görün, yaşayın bakalım şiirde olduğu gibi mi?
Bunu şuna benzetiyorum:
Avrupa’daki bir ülkeye gidiyorsunuz…
Uçaktan iner inmez, otelinize ulaşmadan ‘Amma güzel kent!’ diye sizden haber bekleyenlere mesaj atıyorsunuz…
Çok örneğini gördüm…
Bunu turist rehberlerinden de duydum…
Deli gibi oraya buraya koşuşturup, bizde 10 kat daha güzeli olan bina ya da herhangi bir sokağın fotoğrafların çekiyorsunuz…
Bunları düşündüren İzmir’i anlatan bir İzmirlinin şiirinin okumam oldu.
Benzerleri var…
Kim yazdı bilmiyorum ama bana gönderen Alsancak’tan Aynur Can Hanım…
‘İzmir Hastası’ olarak mutlu oldum…
Bir önceki yazımda ‘Basmane’ ile ilgili bir yazı yazdım.
İnanın İzmir’in bir Basmanesi’ne ne İstanbul, ne de Avrupa’nın ünlü şehirleri bile su dökemez…
Ama tanıtım…
İşte örneği:
Binlerce değil milyonlarca turistin gittiği Portafino’ya merak edip gittim.
Manisa’dan İzmir’e gelir gibi dik dağın yamaçlarına yapılan, iki aracın zor geçtiği yılan gibi dolambaçlı yoldan kente inerken, şoför değişik sanatçıların okuduğu ‘Portofino’ şarkılarını dinletti.
Bu arada sözlerin manasını da anlattı!
Jet sosyetenin dağlarda yaptırdığı senede birkaç gün kaldığı villaları gördüm.
Ne plajı var, ne de beni cezbedecek bir yönü…
Demin yazdığım gibi turistler deli gibi oranın buranın fotoğrafları çekip, bolce hediyelik alıyorlardı.
Bizim Ceşmemizin, Foçamızın, Kuşadamızın yanında puan alması imkansız…
Ama tanıtım yok…
Anlatım yok…
Film çekiyorlar, şarkı yazıyorlar, işi bitiriyorlar…
*- BİR ŞARKI YETİYOR
Bakın Portofino’yu İtalyanlar nasıl tanıtıyor?
İtalyan Rivierası'nda bulunan Genova Metropol Şehri'nde yer alan bir ‘comune’ (belediye) olarak bilinen, küçük limanı etrafında toplanmış ve sahil boyunca sıralanan renkli boyalı binalarıyla ünlü Portofino’yu nasıl beğendiriyorlar?
Portofino, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa aristokrasisinin turizmini çekmiş ve şimdi dünyanın jet sosyetesinin tatil yeri haline gelmiştir.
1409'da Fransız Kralı VI. Charles, Ceneviz Dükü olduğunda, Portofino'yu Floransa Cumhuriyeti'ne sattı.
Charles, Ceneviz'den çıkarıldığında, Floransalılar geri verdi.
15. yüzyılda Fieschi, Spinola, Adorno ve Doria gibi ailelerin feodal toprağıydı.
1815'te Sardinya Krallığı'nın bir parçası oldu ve 1861'den itibaren birleşik İtalya Krallığı'nın bir parçası oldu.
19. yüzyılın sonlarında önce İngilizler, ardından diğer Kuzey Avrupalı aristokrat turistler Portofino'yu ziyaret etmeye başladı.
Bu turistler, Santa Margherita Ligure'den at arabasıyla ulaştıkları Portofino'yu moda haline getirdi.
Daha sonra daha fazla yabancı, pahalı tatil evleri inşa etti ve 1950'ye gelindiğinde turizm, balıkçılığı kasabanın başlıca endüstrisi olarak değiştirdi ve sahil boyunca restoranlar ve kafelerin sürekli bir halkası oluştu.
Portofino'nun ana cazibe noktalarından bazıları şunlardır:
Deniz Altındaki İsa Heykeli: 29 Ağustos 1954 tarihinde 17 metre derinlikteki bir koyda su altına yerleştirilen bu heykel, balıkçıları ve dalgıçları korumak amacıyla yapılmıştır. Aynı zamanda ilk İtalyan SCUBA ekipmanını kullanan Dario Gonzatti'nin anısına dikilmiştir.
İşte anlatacağım bu kadar…
‘İşe yaramaz!’ diye satılan bir kasabayı İtalyanlar nasıl dünyaca ünlü yapmışlar.
Bizim ‘Yabancı hayranı’ olan birine sorun bakalım Portofino’yu, nasıl ballandıra ballandıra anlatacaktır…
İşte biz böyleyiz…
En iyi ‘Ayıptır söylemesi ama biz İzmirliyiz…’ bu kadar…
Aynur Can ‘İzmir gibiyim!’ diyerek şu eseri benimle paylaşmış, ben de sizin beğeninize sunuyorum..
*- KORDON’DAN BAŞLAYALIM….
İzmir Gibiyim!
Gençliğimi Kordon'da bıraktım...
Ayrılıklarım Alsancak Garı'nda...
Mutluluklarımı Bit Pazarı'nda sattım...
Neşem Karşıyaka'nın gün batımında kayboldu gitti...
İzmir gibiyim...
Kâh, Karşıyaka kadar afili...
Kâh, Göztepe kadar deli...
Bazen Saat Kulesi kadar yalnız...
Bazen Kemeraltı kadar kalabalık...
İzmir gibiyim...
Çocukluğum Kadifekale'nin surlarında kaldı...
Gençliğim Ballıkuyu yokuşlarında...
Bıçkınlığımı Eşrefpaşa'dan aldım...
Kibarlığım Güzelyalı'dan...
İzmir gibiyim...
Teleferik kadar yüksek...
Asansör kadar mütevâzi...
Menderes kadar uzak...
Konak kadar yakın...
İzmir gibiyim...
Anılarımı Varyant'tan aşağıya yuvarladım...
Acılarım İkiçeşmelik'in dar sokaklarında...
Sevincim, Sevinç'in önünde kaldı...
Heyecanım Lozan kapısında...
İzmir gibiyim...
Çeşme kadar asortik...
Urla kadar otantik...
Foça kadar nostaljik...
Seferihisar kadar romantik...
İzmir gibiyim...
Bir Boşnak türküsüyüm bazen Buca'da...
Toy bir tıp talebesiyim Bornova'da...
Kiraz olur dökülürüm Kemalpaşa'dan...
Kuş olur süzülürüm Balçova'dan...
İzmir gibiyim...
Söğüş kadar lezzetli...
Boyoz kadar gariban...
Kumru kadar asortik...
Bazen...
Zeybek olur çıkarım ortaya...
Bazen...
Tanju Baba gibi vururum rakıya...
Pirinciyim arada midyenin...
Kumuyum Karaburun'un, Şifne'nin...
İzmir gibiyim...
Bazen, Yıldız'ın ‘Delikanlısı...’
Bazen, Sezen'in ‘Sarı odası...’
Attila İlhan'ın ‘üç fidanı’ olur dökülürüm bazen Müjgandan...
Mustafa Kemal Atatürk'ün Dokuz Eylül'üyüm...
Hasan Tahsin'in ilk kurşunu...
İzmir gibiyim...
Ne bu şehirden vazgeçerim...
Ne de bu VATANdan...