Sevgili kardeşim Hilmi Gider, “bize eskilerden, hatıralardan yaz…” deyince, ben de “ Onların sonu yok Hilmi “ diye içimden geleni söyledim. Adı bile Selçuk olan adama söylenir mi bu, a dostlar ?
Selçuk’ta anıt olmuşlardan Ali Tabak amcamdan bir, iki anı yazınca iş bitmediği- ni , yazımın basılmışını okurken idrak ettim.
Ali amcam, özellikleri çok farklı, eskiden çok kullanılan “nev’i; şahsına mahsus “ bu gün ki ; argoya kaçan “antika” anlamında bir kişiydi, çok yönlüydü. Bir de bedenen de çok güçlü olduğu aşikârdı. Elini tuttuğu kişiyi, sıkarak acıdan yere oturturdu.
Bir gün babamla, Efes Gençlik Lokali civarında yürürken Ali Tabak’la karşılaştık, Ali amca; yüzündeki gülüşüyle elini babama uzattı. Babam masum bir gülüşle “yapma Ali efendi” dese de Ali amcanın ısrarı elini verdi, Ali amcam da fazla sıkmadı, bir iki kemik çatırtısıyla işi bitirdi ve elini bana uzattı, ben tereddüt etmeden elini tuttum, öptürmedi ve eziyet de etmedi. Canlı hatıramdır.
Damadı Hasan abimizin soyadı Bilgin’di, herkes Tabak bilirdi, oğlu gibiydi. Ali amca da çok hoş tutardı, gerçekten severdi. Diğer damadı Noter Mehmet Işıksoy’du. O’nunla arası pek iyi değildi, belli oluyordu. Sohbet; sohbeti açıyor, bir gün yazıhanesine gitmiş sohbet ediyorduk. Bana, herkes beni dindar bildiği için o tarafımdan hitap ederek ; “suzum, Hz. İbrahim, yemekte oğulları ve bir tane olan damadı ile birlikte oturuyormuş, oğullarına hitaben “ benim damadıma çok düşkün olduğumu biliyorsunuz, sakın kıskanmayın” deyip, hemen kızını çağırıp herkesin ortasında soyunmasını söylemiş. Kızı da mutlak otoriteye uyup, çaresiz soyunmaya başlamış. Her aşamada da babasına bakıyor, devam işareti üzerine devam ediyormuş. Sonunda en mahrem yerini örten donuna gelince, hemen kocasının arkasına geçmiş, Hz. İbrahim durmasını ve akabinde, giyinmesini söylemiş. Sonra da oğullarına: Gördünüz mü? Namusumuz kimin elinde” demiş ? diye sohbeti bitirdik. O sırada Hasan Bilgin ağabeyim, ayakta duruyor ve hiç tepki vermeden dinliyordu. Sonra bana “ama O’na gönlüm bir türlü ısınmıyor “ diye de diğer damat Mehmet Işıksoy ağabeyimizi ima etti. Ali amcamız beş namazında, dindar bir adamdı. Mehmet bey ağabeyimiz, içki içer, kimseyi takmaz, aykırı davranan biriydi. Gelelim bu vesile ile Mehmet bey ağabeyimize; kültürlü olmanın alamet-i farikası “tanıtan markası” Galatasaray Lisesinden ve İstanbul Üniversitesi’nden mezun olmuş, kişilik olarak Rumeli göçmenliğinin tüm görgü ve kibarlığını taşıyan, saygıdeğer bir kişiydi. Herhalde bir müddet avukatlık yapmış, piyasayı beğenmemiş, bu durumdaki bir çok meslekdaşımız gibi noterlik mesleğine geçmişdi. Eğer Eskişehir’e yakın bir yerde çalışma imkânım olsaydı, ben de doğrudan o mesleği yapabilirdim.
Noterlik kâtibi Süleyman Özgülen ağabeyimizdi. Son derecede bilgili, görgülü, candan ağabeyimizdi. Babası Devlet Demiryollarındaydı. Kardeşi bizim akranımız Güzide hanımdı. Maalesef, noter Mehmet bey ile Torbalı Noterliği’nde çalışırken, bir trafik kazasında kendisini kaybettik.
Noter Mehmet bey; tipik bir batı tipi aydındı; toplumu uyandırılması gereken insanlar topluluğu görüyordu. Başta kayınpederi Ali Tabak gibi okula pek gitmemiş insanların, o’nun gibi çok okumuş insanlara uyması önyargısına sahipti. Halbuki ilim; irfanla bütünleşmezse, toplumla uyuşmazlık kaderdir ve bunu kabul edemeyenler de hüsrana uğramaya mahkûmdur. Maalesef o güzel, o iyi tahsil görmüş kişi de, ortalıktan kaybolduktan günler sonra, bir dağ başında kendisine kıymış halde bulundu ve tüm sevenlerini, bizleri üzüntüye boğdu….
Sizi mutlu edeyim derken bu trajik kaderi anlatarak üzdüm her halde… Hayat böyle işte, hem acılar, hem mutluluklar ortak. Ne mutlu bunlardan ders alıp, irfan sahibi olanlara…
Her zaman en içten sevgilerle, saygılarla dostlarım , kardeşlerim, evlâd ve de torunlarım, iyi ki varsınız !!!!